Geçen haftaki yazımızda balıkçılarımıza “VİRA BİSMİLLAH” demiştik. Bu hafta da yine aynı konudan devam etmek istedim. Yani, Karadeniz’imizde genel olarak balık stoklarının hızla azalmasına sebep olan en önemli faktörleri okuyucularımızla paylaşmak istiyorum.
1-) Ötrofikasyon nedeniyle ekosistemlerde meydana gelen değişimler: Ötrofikasyon su kütlelerinin organik madde ile aşırı zenginleşmesidir. Ötrofikasyona yol açan kaynakların başında evsel atıklar, sanayi kuruluşları, mezbahalar, kanalizasyon atıkları, tarımsal gübre ve ilaç kullanımı gelmektedir. Bu kaynaklardan akarsu, göl, gölet ve deniz gibi sucul ortamlara bol miktarda özellikle azot ve fosfor gibi besleyici tuzların girişi olmaktadır. Bu sucul ortamlara ihtiyaç duyulan miktarların çok üstünde besin maddesinin girmesi, su bitkileri için gübreleme etkisi gösterir. Bu durumda belli yosun türlerinin aşırı çoğalmasıyla sucul ortamlarda ötrofikasyon dediğimiz besin kirliliği ortaya çıkar. Bu olay sonucunda sular yeşil ve bulanık bir hal alır. Aşırı ötrofikasyon sonucu bitkisel canlılar ölerek dibe çökmesi sonucunda dip sularının oksijenini tüketip hidrojen sülfür gazının oluşmasına sebep olur. Bu olay daha ziyade durgun sularda görülmekte olup, aşırı üretim sonucunda ışığın derinlere nüfusunu engellediğinden dip bölgelerinde yaşayan balıkların barınaklarını ve üreme alanlarını tahrip eder. Bu yosun çayırları aynı zamanda balıkların yemlerinin ürediği ortamlar olduğundan bunların ortadan kalkması besin zincirinin kırılmasına neden olur. Böylece balık türleri ötrofikasyon olayından olumsuz etkilenerek ortamda bir iyileşme de olmadığı sürece stoklar azalır. Çünkü balığın beslenme ve üreme döngüsü bozulmuştur. Nitekim Karadeniz’de Phyllophora adı verilen kırmızı yosun yataklarının bozulması ve kaybolmasına paralel olarak kalkan balıkçılığının çöktüğü bir gerçektir. Örneğin ormandaki ağaçları keserseniz orada yaşayan hayvanlar ağaç yemeseler de, ya başka yerlere gidecekler ya da öleceklerdir. Kalkan balığı, Mersin balığı ve barbun gibi dip canlılarıyla beslenen balıklar için vde aynı durum söz konusudur. Ancak ötrofikasyon olayında fitoplankton (yosun gibi mikroskobik su bitkileri) miktarındaki belirli bir artış hamsi ve çaça balığı gibi pelajik ve planktonik beslenen kısa ömürlü türler için bol yiyecek demektir. Yani sularda ötrofikasyon yaratmayacak miktarlarda bitki besin elementlerinin bulunması gerekir. Ayrıca balık yaşama alanlarının kaybının tek sorumlusunun ötrofikasyon olmadığının da hatırda tutulması önemlidir.
2-) Yabancı türlerin Karadeniz’ e girmesi: Uluslar arası taşımacılık yapan gemilerin safra sularından veya safra tanklarından kazayla denize karışan bazı egzotik (yabancı) türler Karadeniz’in kendine özgü ortamlarında hızla ve aşırı bir şekilde çoğalmışlardır. Örneğin obur yırtıcı deniz salyangozu Rapana thomasiana 1940’ ların ortalarında Japonya etrafındaki sulardan gelmiş ve Karadeniz istiridyelerinin yataklarını yok etmiştir. Karadeniz’ e 1980 ortalarında bazen Ktenofor da denen Mnemiopsis leidyi gemi balast suyu içinde gelmiş ve bölgeye girmiştir. Bu tür Amerika’nın doğu denizlerinden getirilmiş ve doğal düşmanları da olmayınca ötrofik (besince zengin) Karadeniz ortamında hızla çoğalmıştır. Denizanasına benzeyen bu canlı balık larvalarının ilk yemini oluşturan hayvansal planktonları yediği gibi balık yumurta ve larvalarına da zarar vermiştir. Bu canlının aşırı derecede çoğalması Karadeniz’ in ekosistemleri ile ticari balık stokları üzerinde büyük bir olumsuz etki yaratmıştır. Balık larva ve yavrularının ilk yemi olan hayvansal plankton türlerinin azalması bazı bitkisel plankton türlerinin artmasına neden olduğundan besin zinciri kırılmıştır. Bunun sonucunda hamsi üretimi 1990’ da büyük bir düşüş göstererek 60 bin ton olarak gerçekleşmiştir. Son yıllarda ekosistemde denge yeniden oluşmaya başlamış, hamsi stokları Mnemiopsis’ in hala devam eden varlığına rağmen eski haline dönmeye başlamıştır. Ancak, diğer balık türlerinde azalış hala devam etmektedir.
3-) Aşırı balık avlama: Balık stoklarının sürdürülebilir olması için her türe ömürlerinde hiç değilse bir defa üreme hakkının sağlanması gerekmektedir. Balıklara bu fırsat verilmediği takdirde stokların giderek azalması kaçınılmazdır. Avlama teknolojisinin gelişmesine paralel olarak balık stokları aşırı şekilde sömürülmüş ve bazı balık türlerinin nesli tükenmiştir. Balıkçılık filolarının yapısı değişmiş ve balıkçı teknesi sayısında genel bir artış meydana gelmiştir. Bunu bir örnekle şu şekilde açıklayabiliriz. Bir otlak düşünün otlak aynı kalıyor fakat bu otlaktan faydalanmaya çalışanların sayısı artıyor (tabi teknolojisi de yüksek olarak). Bunun sonucunda da aşırı otlatmaktan dolayı otlağın verimi düştüğünden bir süre sonra bu otlak sürüleri besleyemez duruma gelir. Denizde de durum bundan farksız değildir. Aşırı avlanmanın yanında kaçak ve zamansız avlanmalar da balık stoklarının azalmasını hızlandırmıştır.
Yukarıda sözü edilen üç nedenden her birinin balık stoklarının azalmasında önemli payı olduğunu kabul etmek ve buna göre önlemler almakla balıkçılığımızın sürdürülebilir olacağı unutulmamalıdır. Soyu tehlikeye giren Karadeniz Alası, Kalkan Balığı ve Mersin Balığı gibi türlerin yeniden ekonomik duruma ulaşabilmesi ve bölgeye has diğer türlerin sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi için yalnız balıkçılara değil, konuyla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili olan sivil toplum kuruluşları ile resmi kurumlara ve tüketicilere de büyük görevler düşmektedir.