(İSLAM DÜŞMANLIĞI)
İnsanın var olduğu her dönemde, yaşadığı siyasal ortamlarda farklı fikirlerin ortaya çıkması kadar doğal bir şey yoktur. Ancak fikir ayrılıkları; köken, inanç, etnik yapı, ten rengi ya da dil farklılıkları etrafında oluştuğunda, insanlar arasındaki çatışma ve ayrışmalar derin yaralar açmaktadır.
Allah-u Teala; yüce kitabımızda insanların farklılıklarını bir ayrışma değil, tanışıp kaynaşmaya bir vesile kıldığını bildirir. (Hucurat Suresi 49/13) Bu sebeple Müminler farklı toplumlarda bir arada yaşama kültürüne çok güçlü bir şekilde sahiptirler. Bugünün dünyasında sosyal çatışmalar en çok dinler üzerinden, özellikle de İslam ve Müslümanlar üzerinden sürdürülmektedir. Hal böyle olunca bu dinin mensupları olan Müslümanlar olayların odağına yerleştirilmektedir.
İslam ve fobi kelimelerinin birlikte kullanılması ile üretilen İslamofobi, gerçekte İslam'dan kaynaklanmayan, icat edilmiş bir korkuya işaret eder. Bunun temelinde "öteki korkusunun" kalplere ve zihinlere yerleştirilmeye çalışılması yatmaktadır. İslam'a ve Müslümanlara karşı bu korku, özellikle 11 Eylül saldırılarından itibaren dünya gündemine yoğun bir şekilde girdi. Ancak bu duygunun tarihsel kökleri çok daha gerilere gitmekte, İslam'ın hızla yayılması, Endülüs'te büyük ve güçlü bir medeniyet kurulması ve haçlı seferlerinin püskürtülmesine kadar uzanmaktadır. Batı medeniyetinin İslam'ı rakip olarak görme eğilimi ile bu algı günümüze kadar tesirini sürdürmüştür. Oluşan bu durumda medyanın da büyük etkisi olmuştur. Medya üzerinden dolaşıma sokulan tarihsel ve güncel anlatımlar, Müslümanların bir tehdit olarak görülmesine sebep olmuştur.
İslam ile bağdaşmayan olay ve düşüncelerin İslam adı altında genellenerek sunulması çok amaçlı kültürel oluşumun, yaşam çeşitliliğinin önündeki en büyük engeldir. Halbuki yüce Kitabımız; "Öyleyse, siz üstün (bir durumda) iken, barışa çağırmak suretiyle gevşekliğe düşmeyin. Allah, sizinle beraberdir; O, sizin amellerinizi asla eksiltmez." buyurarak güçlü olduğumuzda bile barıştan yana olmayı emretmiş, atalarımız da yüzyıllar boyunca bu ilahi düstur gereğince barış ve adaletle cihana hükmetmişler ve Müslümanlar olarak farklı kültürlerle barış içerisinde, aynı topraklarda, aynı mahallelerde yan yana binalarda komşuluk yaparak yıllarca yaşamışlardır. Bu itibarla biz Müslümanlar bütün dinlerin, insanlık ailesinin kutsal kabul ettiği değerlere asla hakaret edemeyiz. Çünkü böyle davranmamız Yüce Rabbimizin emrinin gereğidir. Dolayısı ile Müslüman ve terörist kelimeleri aynı cümlede yan yana kullanılamaz. Yahudi'nin hakkına riayet eden Efendimiz Hz Muhammed (s.a.v.), rahmet peygamberi sıfatıyla bize bunu öğretmektedir. Öyleyse Müslümanlar olarak tek beklentimiz, kimsenin kutsalımıza hakaret etmemesidir. Müslümanların değer yargıları ile oynamak hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir VESSELAM.